31 Aralık 2009
30 Aralık 2009
M. Gandhi, 1943
29 Aralık 2009
24 Aralık 2009
Bir doğum günü daha!
Ve 32 yaşımı bitirdiğim, bu 24 Aralıkta, eğer bir yazı yazmak isteseydim, anlatmak istediğim ama bir türlü onun kadar iyi anlatamayacağım bu yazıyı Can Dündar kaleme almış ....
Olgunlaşmak!..
"Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.
İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun. Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var. "Ben demiştim", "ben bilirim", "ben zaten anlamıştım" sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun. İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirtiyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.
İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.
Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de öğrendim gide gele. Boş geçen her saniye değerli artık. Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.
Gerektiğinde "Hayır" demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor. Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum. Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor. Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.
Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yaşamadan hiçbir şey öğrenilmiyor. Yaşamışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına, popomun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim . Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı.
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendim de yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.
Sonra Sezen'in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun. İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor. Yaşamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu. Kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk. Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yaşadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek. İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor. Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok işe yarıyor."
Can Dündar
Kartal %100 Ekolojik Pazar
Kucaklarımızda bebişler olduğundan biz alışveriş yapamadık, yani hazırlıksız gitmiştik.
Aramızda konuştuğumuz; "ne tuhaf bunun aslında normal yani olması gereken" olduğuydu oysa biz insanlar sanki bir müzeye veya değişik ürünlerin sergilendiği bir sergiye gelmişiz gibi dolaşıyorduk pazarın içinde.
Ürünlere bakınca fark ettiğim şu oldu belki yanılıyorumdur böyle düşünmekle, sebze ve meyvelerin kargacık burgacık oluşu bana tabi hormonsuz ve doğal olduklarından bizim yediğimiz o muntazam domateslere, karnabaharlara benzemiyorlar dedirtti...
Sonraki zamanlarda ciddi olarak düşünmeli aslında tam olarak oradan alışveriş yapmayı, sadece mevsim ürünleri vardı, sertifikalıydılar, oradan alışveriş yapmalı ki inadına, üretici teşvik edilmeli, amacı yerini bulmalı....
22 Aralık 2009
İlk Yeni Yıl Hediyem
Bugün kagom elime ulaştı ve akşama kadar annemin gelmesini bekledik, hediye paketimi açarken çok mutlu oldum, içinden çıkan bu rengarenk ve müzikli arabaya çok şaşırdım, bir de yanında güzel bir mavi araba vardı....Onlardan bana hatıra olacak bu hediyeleri kocaman bir adam olduğumda da saklıyor olacağım :) çünkü bunlar arkadaşlarımdan aldığım ilk hediyeler...
20 Aralık 2009
OYUN GRUBUM
Mesela ilk karsilastigimizda saclari cekilen, elinden oyuncagi kapilan, yatagini paylasmak istemeyen.... ooo var da var. Ama sonrasinda; mesela hepimiz iki basamakli merdiven nasil cikilir onu etud ettik, beraberken, oncesinde yemegi red ettigimiz yemeklerimizi istahla yedik, oyuncaklari kisa sureli de olsa paylasmayi, en azindan degis etmeyi ogrendik ve en guzeli de hepimiz beraber dans ettik...
16 Aralık 2009
Tak takıştır ....
15 Aralık 2009
Neşeli mi hayat!
13 Aralık 2009
İzlediklerimiz ...
Oldukça kötü bir senaryosu var. Kulaktan kulağa dolaşan bir ..x efsanesini, kız arkadaşının üzerinde deneyerek onun ölümüne sebep olan bir erkek ve sonrasında gelişen olaylar... Kesinlikle bir aile filmi değil ve bizde ara ara ileri sararak izledik filmi, yani filmde gereksiz yere saçma sapan ölen 4-5 gençten hangisi hayatta kalıyor onu merak ettik de izledik. Ne korku ne de gerilim filmi olarak değerlendirebiliriz.
Kalpazanlar /The Counterfeiters;
II. Dünya savaşında Nazilerin, ahlakdışı işlerden biri de; sahte para basarak diğer ülke ekonomilerini çökertmektir. Bu iş için bir grup oluştururlar ve kalpazanlık konusunda çok iyi olan Salomon Sorowitsch de buna dahil edilir.
Bu film Sorowitsch'in kendi hayat hikayesinin toplama kampında geçen kesitini anlatıyor, ayrıca kendi kitabından uyarlama bir filmmiş.
İzlenmesini tavsiye ederim ki zaten gerçek öykülerden esinlenerek yapılmış filmler beni hep daha çok cezbetmiştir.
12 Aralık 2009
11 Aralık 2009
Öfke Yönetimi
Öfke Yönetimi
Bir insanın olgunluğu, onun öfkesini ne kadar yönetebilmesinden anlaşılır. Olgun insan kızmayan değil, öfkesini iyi yönetebilen insandır. İyi yönetilememiş öfkenin bedelini büyüktür. Hapishaneler öfkesini gerçekçi ve anlamlı bir şekilde yönetememiş insanlarla doludur. İyi yönetilemeyen öfkenin topluma ağır bir ekonomik bedeli vardır. Öyleyse gelin öfke yönetiminin adımlarına bir bakalım.
Öfke yönetiminin adımları
1- Öfke yönetiminin ilk adımı, kişinin duygularının farkına varmasıdır. İçinde yetiştiği ortamın özelliklerine göre çocukken bazı duyguları bastırmayı ve farkına varmamayı öğreniriz. Örneğin bazı yetişme ortamlarında öfkelenmek ve öfkesini göstermek erkek çocuğu için uygun görüldüğü halde bir kız çocuğu için hiç uygun görülmemektedir. Bu durumda kız çocuğunun bu duyguyu hissetmekten ve ifade etmekten uzak durması istenir. Ve gerçekten de öfkesini göstermesi istenmeyen çocuklar büyüdüklerinde öfkelerini tanımakta çok zorluk çekerler. Bu kişilerde öfke şikâyet davranışı ya da depresyon duygusuna dönüşür.
2- İkinci adım, kişinin on saniye kadar derin nefes almasıdır. Bu şekilde öfkesinin farkına varan kişi amigdala, hipotalamus ve hipokampusun yani iç beyinin hâkimiyetinden kurtularak denetimi düşünce ve aklın yer aldığı ön beyine aktarabilir. Tabii, ona kadar sayan herkesin öfkesini denetim altına alabileceği söylenemez; ama ona kadar saymak böyle bir fırsat yaratır.
3- Üçüncü adım, öfkemizin temelinde yer alan sürecin farkına varmaktır. Öfkeniz karşılanmayan bir beklentiden kaynaklanabilir. “Halimi, hatırımı sormadı, bir ihtiyacın var mı diye sormadı,” buna bir örnektir. Öfkenin kaynağı “dürüstlük” gibi ihlal edilen bir değer de olabilir.
4- Dördüncü adım, bu sürecin kaynağında yaşamın gerçekleri mi yer alıyor, yoksa kişinin egosu mu, onun farkına varmaktır. Örneğin, “bana ters baktı”ya kızmak ego kaynaklı bir öfkedir. Öte yandan, “bana yalan söyledi”ye kızmak değerler ihlali ile ilgilidir.
5- Beşinci adım, öfke ego kaynaklı ise onu nefsini terbiye etme fırsatı olarak değerlendirmelidir. Bunu yapan kişi yaşamı boyunca sürekli bir gelişim süreci içinde olur. Nefsini terbiye etmeyen ise bir çatışmadan öbürüne savrulmaya mahkûmdur.
6- Altıncı adımda yaşamın gerçeklerinden kaynaklanan bir öfkenin farkına vardığında kişinin soracağı önemli bir soru vardır: Kısa vadeli geçici bir durumla mı karşı karşıyayım yoksa kalıcı ve sürekli olan bir durumla mı? Örneğin bir alışveriş merkezinde sattığı malla ilgili bile bile yanlış bilgi veren bir satıcıyla ilişkiniz geçicidir. Ama dost bildiğiniz yakın birinin size yalan söylemesi kalıcı ve sürekli bir duruma örnektir.
7- Yedinci adımda karar verilmesi gereken etki alanı içinde nelerin yapılabileceğidir. Yanlış bilgi veren satıcıya dönük yaklaşımınızla, aileden çok yakın birinin yalan söylemesine yaklaşımınız arasında farklar olmalıdır. Birincisinde mağazanın yöneticiyle bir kez konuşmak yeterli olabildiği halde öbüründe uzun süreli takip edilmesi gereken bir durum söz konusudur. Bazı durumlarda durum tamamıyla kişinin etki alanının dışında kalabilir. Örnek; sizi tehlikeye sokan bir sürücünün arabasıyla hızla oradan uzaklaşması gibi. Etki alanının sınırlarını bilmek kişinin olgun, kendini tanıyan ve gerçekçi olmasını gerektirir.
8- Sekizinci adım, “değer mi?” sorusunu sormak olmalıdır. İçinizde, “Evet, değer !”cevabını buluyorsanız o zaman kolları sıvayarak stratejiler geliştirmeye başlayın. Atatürk’ün istiklal savaşını planlamasının altında bu tür bir öfke yatmaktadır. Sebat ve azmin altında bazı durumlarda bu tür bilinçli öfke bulunur. “Hayır,” cevabını buluyorsanız, zaman ve enerjinizi çöplüğe atmamak için sizin için önceliği olan bir alana yönelin.
Unutmayın, gerçekte öfkeniz için cezalandırılmazsınız; öfkeniz tarafından cezalandırılırsınız.
Doğan Cüceloğlu (06.12.2009) (bu yazı 06.12.2009 tarihli Haber Türk gazetesinde yayınlanmıştır)
8 Aralık 2009
Ben çocukken.
Çok var artık bu yazılardan...
Bende bunlara bir yenisini eklemek istiyorum, yani kendiminkini.
Çocukken (aslında hala öyleyim :) en sevdiğim şey disney kahramanlarının olduğu çizgi filmler seyretmekti. Hiç bilmediğim, tanımadığım biri olmasına rağmen o kadar entellektüel bir çocukmuşum ki :p Pazar sabahları başlayan filmin jeneriğinde Walt Disney yazıyorsa, a işte bu film seyredilir der hemen TV başına kurulurdum. Nedenini çözemedim şu anda, yani o bana ne ifade etmiş bunca zaman bilmiyorum.
Bu arada Walt amca "if you can dream it, you can achieve it.." gibi anlamlı ve tipik bir amerikan sözü söylemiş :)
Ayrıca ekşi sözlüğe göre "gençliğinde bir kaza sonucu bir baykuşun ölümüne neden olmuş, ve o tarihten öldüğü 1966ya kadar hiçbir canlıyı öldürmemiş, hayvanları karakterize etme huyu da bu baykuş olayından sonra canlanmaya başlamış kafasında." eğer doğruysa makus talih ancak bu kadar net bir kara dönüştürülebilir :)
Neyse çocukluğuma dönelim; özellikle çizgi sinemalara bayılırdım, yani mesela Alice Harikalar diyarında çizgi filmken tamam ama çizgi sinemayken süper gelirdi bana. Ne biliyim canlı canlı oluşundan herhalde.
Tabi sonra zaman ve film sektörü, kanallar... geliştikçe hep yeni şeyler eklendi durdu hayatımıza, He-man, She-ra, Voltron, clementine... falan felan gerçi bu saydıklarımı düşününce bu çizgi filmlerin aslında bir tarafının ne kadar ürkütücü olduğunu anımsadım şimdi...
Pazar sabahları bir de hep Western filmleri vardı, onlarıda seyrederdim ve bu yüzden eskiden ödüm patlardı kızıl derililerden, ne kadar da empoze etmiş bize Amerika amca hayatlarını mahvettikleri kızılderililerin kafa derisi ...en kötü insanlar olduklarına :))
TRT1'in pazar konserleri, evet entellektüel bir çocuk olduğumu bir kez daha yinelemek kendini beğenmişlik olarak algılanmaz herhalde, çünkü onları da seyrederdim ben.
Hikmet Şimşek yönetiminde ..... orkestrası ..... sunar... felan.
Şanslımıydık tüm bu masum şeylerle büyüyüp, topraklar, çamurlar, ağaçlar, parklar, dostluklar, sütçüler, elma şekerler, organik besinler, arasında çocukluğumuzu yaşadığımız, eskiyene kadar ayakkabımızı giyip tutumlu olmayı öğrenerek, kalemimizi kalemtraşla açarak, annemiz ve belki öğretmenimiz madam montessori'yi bilmediği için hafif sopalanarak büyütüldüğümüz için, yoksa çok mu şanssızız, bilgisayar oyunları oynamadan, envai çeşit oyuncaklar önümüze serilmeden, marketler, dükkanlar hınca hınç abur ve cubur dolupta evimiz onlara benzemeden büyüdüğümüz için.
Bir orta yolu yokmuydu bunun.
Devamı var. (Olmalı)
7 Aralık 2009
Öldüm gülmekten :))) hahahaha
Geçen gece nöbetteyken acile 3 yaşında, para yutmuş bir hasta geliyor. Babasına ne kadar yuttuğunu soruyoruz; "1 YTL" diyor.. Yapılan tetkikler sonucunda bir adet 50 Kuruş ve iki adet 25 Kuruş tespit ediyoruz. Baba bir şekilde haklı olduğu için sadece aramızda gülüşerek konuyu kapatıyoruz..
Namaz
Ramazanda cemaat toplanmış, teravihde. Ufaklığın teki de annesinin peşine takılmış gelmiş. Namaz kılınırken sessiz sessiz olanları izleyen çocuğun dudaklarından hayal gücünü ortaya koyan şu cümleler dökülüyor. ''Yatın kölelerim! Kalkın kölelerim! Yatın kölelerim! Kalkın kölelerim!'' Cemaat uzun süre secdeden kalkamadı tabi...
1 Nisan şakası
1 Nisan sabahı kocamdan mesaj geldi; "Karıma akşama toplantım var diyeceğim. Hazırlan hayatım, yedi gibi gelirim." 1 Nisan şakası olduğunu bildiğimden, hemen cevap verdim tabii. "Aşkım kocamın akşama toplantısı varmış, ev müsait bekliyorum." Sinirden köpürmüş, öyle şaka yapılır mıymış? Yaptım gitti!
Tövbe ya
Babamı namaz kılmış, dua ederken görünce "Benim için de dua et" deyiveriyorum ve babamın cevabıyla dumur oluyorum. "Kendisi nerede derse ne diyeyim?"
Cadaloz kaynana
İş arkadaşımın düğünündeyiz. Nikah kıyılıyor, imzalar atılıyor, gelin ve damadı tebrik etmek için ayağa kalkıldığında elektrikler kesiliyor. Biz hep beraber "Aaaa!" diye tepki gösterirken, arkadaşımın annesi oldukça yüksek sesle düşüncesini dile getiriyor. "Oğlumun daha ilk dakikadan hayatı karardı."
Sarışının hamile hali
Hamile olan sevgili sarışın kuzenim, gebelikle ilgili okuduğun; "Bebekler zekalarının %80'ini anneden alıyorlar." makalesinden sonra panikle bana dönüp; "Ay inanmıyorum. Bana ne kalacak o zaman?" diye sorduğunda sana; "Üzülme öyle bile olsa senin kaybedeceğin bir şey yok!" diyemedim ya! Lanet olsun içimdeki insan sevgisine!
Lamba
Dün gece evime giderken yolun tenhalığından olsa gerek kırmızı ışıkta geçtim. Ardından yurdum polisine alkışı hak ettiricek anons: "Bacım o geçtiğin gece lambası değildi, çek sağa."
1 Aralık 2009
30 Kasım 2009
Adına zamansızlık dediğimiz üşengeçlik bence.
Zamanım yoktu! Zaman ayıramadım! Zamanım kalmadı! Zamanım olmadı! Zaman yetmedi! ......
Açıkça söyle işte üşendim yapmadım.
Eskiden "boş zamanım" dediğimiz bir şey vardı. Ne oldu O'na?
Hatta sorulduğunda "Boş zamanında ne yaparsın?" diye "Kitap okurum, müzik dinlerim, spor yaparım, gözlerimi dinlendiririm, kendime bakım yaparım...." hiç yapmadığımız şeyler olarak cevap verirdik bide sorana, hal bu ki boş boş oturmuş yada boş boş TV seyretmişizdir muhtemelen!!!
Ne olur o boş zamanları geri verin bana. Resmen otobüste, metroda, he bide iki arada bir derede kitap ve müzik arasında seçim yapar diğerini seçemediğim için içim yanar hale geldim.
Ard arda sinemada, tiyatroda, konserde, dünyayı unutmayı özledim.
Oğluşumu bakanlarına bırakmanın verdiği iç acısı olmadan "free time" larımı onla bunla doldurmayı özledim...
Herşeye yetmek istiyorum, herşeye.....
Peki nasıl olacak bu, bin bilsemde bir bilene sormak istiyorum.
SOS....
27 Kasım 2009
25 Kasım 2009
Oğuz Alış-Verişte
24 Kasım 2009
1 yaş + 25 gün'lük doktor kontrolümüz;
Doktor kontrolümüz vardı, gerçi en son 2-3 hafta önce hafif bir nesle geçirdik o zamanda görmüştü doktorumuz ama tekrar götürdük bazı soracaklarımız vardı. 76cm boy, 10kg 700 gr da kilo.
Fiziksel gelişimi iyi, ama galiba sünnet ihtiyacı var, kesin olmamakla birlikte, 2 yaşına kadar ve 6 yaşından sonra yapılıyormuş sünnet, tabii ki hafif bir gazla uyutularak.
Bu arada kızamık, kızamıkcık aşımızıda olduk (gerçi o da 1-2 hafta önceydi.
Domuz gribi aşısı içinse şöyle dedi: Türkiye'de salgın Ocak ayı gibi bekleniyor, şimdilik beklemedeyiz, o zamana doğru yaptırmakta fayda var dedi.
13 Kasım 2009
6 Kasım 2009
5 Kasım 2009
Ve anne, baba, oğul olmanın yıldönümü!
Mutlu Yıllar Bölüm 2 :)
Önemli günlere olan hassasiyetimden!!! bugün için planımız gayet basitti...
İlk doğum günü için kritik bulduklarımı, olması / olmaması gerekenlerimi yeri geldiğinde sıralamakta fayda görüyorum. Tabi evimizin erkekleri baba ve oğul birlikte hasta olduklarından fazla abartmamanın her ikisi içinde en iyi olacağını düşündük...
Güzel, taze ve leziz ama abartılı olmayan bir pasta ile başladık.
* Aslında kendim bir pasta yapsaydım diye düşünmedim değil!
(Şöyle bol meyvelisinden, kendi tasarımım olan, hemde bol hatıralısından :)
Bir blogda masanın baş köşesine bebeği dikip alttan çaktırmadan tutup sanki kendi ayakta duruyormuş gibi fotoğraf çekme fikrini okumuştum, iyi fikirdi.
* Bizde pek başarılı olmadı. Ben onu tutmaya çalışırken gülme krizine girdim çünkü yavru kuşum sürekli bir pastayı parmaklama hatta avuçlama arzusu içerisindeydi, onu tutabilne aşk olsun.
Mümkün olduğunca fotoğraf çektik...
* Bir fotoğrafçıyı bu iş için tahsis etmek iyi bir fikir. Makineyi, poz yakalamayı iyi bilen, ortamın hassas anlarını yakalamakta tecrübeli ve bakmayı ve görmeyi bileninden...
Tam olarak üflemek fiilini bilmediğimiz için bu konuda kendisine yardım etmek icap etti.
* Tıpkı kapı nerde, kuş nerde, kulağın nerde, elindekini ver hadi bana... diyerek onu şunu bunu öğrettiğimiz gibi "hadi üfle Oğuz"u da doğum günü öncesi hazırlıklarına eklemek lazımmış...
Oğuzu pastanın başına oturtup onu salmak, yiyebildiği kadar avuç avuç yesin tontonum demek...
* Keşkelerimden biri hatta kendi pastasını koyup önüne, olayın akışına bırakmak Oğuzu iyi bir fikirmiş. Yada küçük bir pasta daha alıp operasyona onun üzerinden gidilebilirdi.
* Çok fazla davetli olmayışı hm Oğuz, hemde bizim açımızdan iyi oldu, kimse yorulmadı, herkes mutluydu.
* Kısmetse (Allah hepimize sağlıklı uzun ömür versin) en büyük partiyi o 18 yaşına geldiğinde ona hediye olarak sunmak istiyorum.
* Yapılan yiyecekler arasında mutlaka bebişim için uygun yiyeceklerde olmalı, ki o da herkesle beraber masaya oturdu ve herşeyden yedi.
1 Kasım 2009
Happy Birthday Oğuz Türk.
Kendimizle ilgili ne varsa hep sonradan hatırlanır, sonradan konuşulur oldu sen hayatımıza girdin gireli, mutluluklarımızda, mutsuzluklarımızda, hastalıklarımız veya sağlıklarımızda hep senden sonra geldi 1 yıl 9 aydır, evet evet sen 1 yıldır değil tam 21 aydır bizim hayatımızın içindesin, temelindesin, ortasındasın.
Hersey nasılda değişti, başkalaştı, biz değiştik, geliştik, daha da büyüdük, yaşlandık, olgunlaştık.... Senle ağladık, en çok ta uzun zamandır hep senle gülüyoruz, daha doğrusu senle herşeye güler olduk. Gülüşün olmadan, kokun olmadan, sesin olmadan, pıtır pıtır ortalıkta sen dolşmadan olmuyor , artık olmuyor hiç bir şey sensiz.
Sevgi sensin, emek sensin, aşk sensin, hayat sensin, gülmek, ağlamak sensin, gezmek dolaşmak, yaşamak sensin. Galiba biz bu dünyada herşeyimizi sen yapmışız Oğuzum.
Doğum günün kutlu olsun. Nice nice senelere Allah sana uzun ve sağlıklı ömür versin.
Tek dileğimiz önce vatanına sonra insanına sonrada ailene hayırlı bir evlat olman.
Yürüyorsun, üstten alttan 4 dişin var, konuşma konusunda henüz net bir şey duyamadık. Olunca yazarız acelemiz yok :)
İnatçısın, meraklı da, yemek yemeği çok şükür seviyorsun. Uykuyla şu aralar pek aran iyi değil. Işıklara bayılıyor, düğmelere basmak için çıldırıyorsun. Ayaklar favorin, incelemeye bayılıyorsun. Tam bir baba hayranısın. Anne merakın da eh fena sayılmaz...
Daha ne söylenir ki, çok tatlısın çok....
Nice senelere...
31 Ekim 2009
Tatil Dönüşü Yollarda 08/08/09
29 Ekim 2009
Sanatçılık yönüm!
28 Ekim 2009
25 Ekim 2009
Z ve N evleniyor.
22 Ekim 2009
12 Ekim 2009
9 Ekim 2009
Sadece 2 gün ayrılık bile seni ne kadar değiştirmiş.
2 metre mesafede koltuklar arasında kendin yürümeye başlamışsın ben yokken :( :)
Nede güzel gülüyorsun hep, ne de güzel anlıyorsun herşeyi.
En güzeli de beni ne kadar özlemişsin.
İnmedin kucağımdan ne güzel, sürekli öpüşüp koklaştık.
İlk uzun vadeli ayrılıktı bizimkisi.
Umarım bir daha ayrılık denen şy hiç olmaz :(
29/08/2009 Oğuz ilk kez parkta
İlk kez parka gittin, yani daha öncede gitmiştin ancak bu defa kendin ilk kez parktaki aletlerde birebir ilişki kurdun :) Her ne kadar koşup oynayamasanda ne kadar mutlu olduğun her halinden belli oluyor. Şu yalamak tadına bakmak huyun ne zaman son bulacak onuda çok merak ediyoruz, ki bir yerlerden mikrop kapacaksın diye ödümüz kopuyor bilesin...
Bakış Açımız
Diyeceksiniz ki o zaman acılarda 2 kat olacak. Diyeceğim ki olmasa... Hayal bu ya acılarda 2'ye tam bölünebilse ve 1 yarım olsa bize kalan...
Acılara etkisiz eleman muamlesi yapıp, mutlulukları hep 2 ile çarpmaya çalışmak, sorunlara eşit zaman verip fazla üzerinde durmamak lazım hayatta ki bize verilen sürede bu sınavın tüm sorunlarını çözüp geçer not alabilelim.
Gerçi geçer not alsakta sonuç ne ki sınıf geçmek mi iyi bir hayata terfi etmek mi. Yok öyle bir sıralama tek amaç bu sınavı en az yürek acısıyla tamamlamak....son bardak suyumuzu içmeden, yıllar devirmiş o gözleri kapatmadan geriye dönüp baktığında hafıza son kez, en az kalbi kırmış olmalı insan, en az günahı işlemiş ama en fazla gezip/görmüş, en fazla sevmiş ve sevilmiş olmalı... ve bu hayatın üzerine bir bardak su içip öyle dalmalı son uykuya .... gy
Hayatınızı seviyorsanız zamanınızı boşa harcamayınız, çünkü zaman hayatın kendisidir.
Benjamın Franklin