Çok var artık bu yazılardan...
Bende bunlara bir yenisini eklemek istiyorum, yani kendiminkini.
Çocukken (aslında hala öyleyim :) en sevdiğim şey disney kahramanlarının olduğu çizgi filmler seyretmekti. Hiç bilmediğim, tanımadığım biri olmasına rağmen o kadar entellektüel bir çocukmuşum ki :p Pazar sabahları başlayan filmin jeneriğinde Walt Disney yazıyorsa, a işte bu film seyredilir der hemen TV başına kurulurdum. Nedenini çözemedim şu anda, yani o bana ne ifade etmiş bunca zaman bilmiyorum.
Bu arada Walt amca "if you can dream it, you can achieve it.." gibi anlamlı ve tipik bir amerikan sözü söylemiş :)
Ayrıca ekşi sözlüğe göre "gençliğinde bir kaza sonucu bir baykuşun ölümüne neden olmuş, ve o tarihten öldüğü 1966ya kadar hiçbir canlıyı öldürmemiş, hayvanları karakterize etme huyu da bu baykuş olayından sonra canlanmaya başlamış kafasında." eğer doğruysa makus talih ancak bu kadar net bir kara dönüştürülebilir :)
Neyse çocukluğuma dönelim; özellikle çizgi sinemalara bayılırdım, yani mesela Alice Harikalar diyarında çizgi filmken tamam ama çizgi sinemayken süper gelirdi bana. Ne biliyim canlı canlı oluşundan herhalde.
Tabi sonra zaman ve film sektörü, kanallar... geliştikçe hep yeni şeyler eklendi durdu hayatımıza, He-man, She-ra, Voltron, clementine... falan felan gerçi bu saydıklarımı düşününce bu çizgi filmlerin aslında bir tarafının ne kadar ürkütücü olduğunu anımsadım şimdi...
Pazar sabahları bir de hep Western filmleri vardı, onlarıda seyrederdim ve bu yüzden eskiden ödüm patlardı kızıl derililerden, ne kadar da empoze etmiş bize Amerika amca hayatlarını mahvettikleri kızılderililerin kafa derisi ...en kötü insanlar olduklarına :))
TRT1'in pazar konserleri, evet entellektüel bir çocuk olduğumu bir kez daha yinelemek kendini beğenmişlik olarak algılanmaz herhalde, çünkü onları da seyrederdim ben.
Hikmet Şimşek yönetiminde ..... orkestrası ..... sunar... felan.
Şanslımıydık tüm bu masum şeylerle büyüyüp, topraklar, çamurlar, ağaçlar, parklar, dostluklar, sütçüler, elma şekerler, organik besinler, arasında çocukluğumuzu yaşadığımız, eskiyene kadar ayakkabımızı giyip tutumlu olmayı öğrenerek, kalemimizi kalemtraşla açarak, annemiz ve belki öğretmenimiz madam montessori'yi bilmediği için hafif sopalanarak büyütüldüğümüz için, yoksa çok mu şanssızız, bilgisayar oyunları oynamadan, envai çeşit oyuncaklar önümüze serilmeden, marketler, dükkanlar hınca hınç abur ve cubur dolupta evimiz onlara benzemeden büyüdüğümüz için.
Bir orta yolu yokmuydu bunun.
Devamı var. (Olmalı)