12 Aralık 2009

Kışlık ben :)

11 Aralık 2009

Öfke Yönetimi

Şu günlerde toplumumuzun genel sorunlarından ve acil önlem alınması gerekenlerden bir tanesi;

Öfke Yönetimi

Bir insanın olgunluğu, onun öfkesini ne kadar yönetebilmesinden anlaşılır. Olgun insan kızmayan değil, öfkesini iyi yönetebilen insandır. İyi yönetilememiş öfkenin bedelini büyüktür. Hapishaneler öfkesini gerçekçi ve anlamlı bir şekilde yönetememiş insanlarla doludur. İyi yönetilemeyen öfkenin topluma ağır bir ekonomik bedeli vardır. Öyleyse gelin öfke yönetiminin adımlarına bir bakalım.

Öfke yönetiminin adımları

1- Öfke yönetiminin ilk adımı, kişinin duygularının farkına varmasıdır. İçinde yetiştiği ortamın özelliklerine göre çocukken bazı duyguları bastırmayı ve farkına varmamayı öğreniriz. Örneğin bazı yetişme ortamlarında öfkelenmek ve öfkesini göstermek erkek çocuğu için uygun görüldüğü halde bir kız çocuğu için hiç uygun görülmemektedir. Bu durumda kız çocuğunun bu duyguyu hissetmekten ve ifade etmekten uzak durması istenir. Ve gerçekten de öfkesini göstermesi istenmeyen çocuklar büyüdüklerinde öfkelerini tanımakta çok zorluk çekerler. Bu kişilerde öfke şikâyet davranışı ya da depresyon duygusuna dönüşür.

2- İkinci adım, kişinin on saniye kadar derin nefes almasıdır. Bu şekilde öfkesinin farkına varan kişi amigdala, hipotalamus ve hipokampusun yani iç beyinin hâkimiyetinden kurtularak denetimi düşünce ve aklın yer aldığı ön beyine aktarabilir. Tabii, ona kadar sayan herkesin öfkesini denetim altına alabileceği söylenemez; ama ona kadar saymak böyle bir fırsat yaratır.

3- Üçüncü adım, öfkemizin temelinde yer alan sürecin farkına varmaktır. Öfkeniz karşılanmayan bir beklentiden kaynaklanabilir. “Halimi, hatırımı sormadı, bir ihtiyacın var mı diye sormadı,” buna bir örnektir. Öfkenin kaynağı “dürüstlük” gibi ihlal edilen bir değer de olabilir.

4- Dördüncü adım, bu sürecin kaynağında yaşamın gerçekleri mi yer alıyor, yoksa kişinin egosu mu, onun farkına varmaktır. Örneğin, “bana ters baktı”ya kızmak ego kaynaklı bir öfkedir. Öte yandan, “bana yalan söyledi”ye kızmak değerler ihlali ile ilgilidir.

5- Beşinci adım, öfke ego kaynaklı ise onu nefsini terbiye etme fırsatı olarak değerlendirmelidir. Bunu yapan kişi yaşamı boyunca sürekli bir gelişim süreci içinde olur. Nefsini terbiye etmeyen ise bir çatışmadan öbürüne savrulmaya mahkûmdur.

6- Altıncı adımda yaşamın gerçeklerinden kaynaklanan bir öfkenin farkına vardığında kişinin soracağı önemli bir soru vardır: Kısa vadeli geçici bir durumla mı karşı karşıyayım yoksa kalıcı ve sürekli olan bir durumla mı? Örneğin bir alışveriş merkezinde sattığı malla ilgili bile bile yanlış bilgi veren bir satıcıyla ilişkiniz geçicidir. Ama dost bildiğiniz yakın birinin size yalan söylemesi kalıcı ve sürekli bir duruma örnektir.

7- Yedinci adımda karar verilmesi gereken etki alanı içinde nelerin yapılabileceğidir. Yanlış bilgi veren satıcıya dönük yaklaşımınızla, aileden çok yakın birinin yalan söylemesine yaklaşımınız arasında farklar olmalıdır. Birincisinde mağazanın yöneticiyle bir kez konuşmak yeterli olabildiği halde öbüründe uzun süreli takip edilmesi gereken bir durum söz konusudur. Bazı durumlarda durum tamamıyla kişinin etki alanının dışında kalabilir. Örnek; sizi tehlikeye sokan bir sürücünün arabasıyla hızla oradan uzaklaşması gibi. Etki alanının sınırlarını bilmek kişinin olgun, kendini tanıyan ve gerçekçi olmasını gerektirir.

8- Sekizinci adım, “değer mi?” sorusunu sormak olmalıdır. İçinizde, “Evet, değer !”cevabını buluyorsanız o zaman kolları sıvayarak stratejiler geliştirmeye başlayın. Atatürk’ün istiklal savaşını planlamasının altında bu tür bir öfke yatmaktadır. Sebat ve azmin altında bazı durumlarda bu tür bilinçli öfke bulunur. “Hayır,” cevabını buluyorsanız, zaman ve enerjinizi çöplüğe atmamak için sizin için önceliği olan bir alana yönelin.

Unutmayın, gerçekte öfkeniz için cezalandırılmazsınız; öfkeniz tarafından cezalandırılırsınız.

Doğan Cüceloğlu (06.12.2009) (bu yazı 06.12.2009 tarihli Haber Türk gazetesinde yayınlanmıştır)

8 Aralık 2009

Ben çocukken.


Çok var artık bu yazılardan...
Bende bunlara bir yenisini eklemek istiyorum, yani kendiminkini.

Çocukken (aslında hala öyleyim :) en sevdiğim şey disney kahramanlarının olduğu çizgi filmler seyretmekti. Hiç bilmediğim, tanımadığım biri olmasına rağmen o kadar entellektüel bir çocukmuşum ki :p Pazar sabahları başlayan filmin jeneriğinde Walt Disney yazıyorsa, a işte bu film seyredilir der hemen TV başına kurulurdum. Nedenini çözemedim şu anda, yani o bana ne ifade etmiş bunca zaman bilmiyorum.
Bu arada Walt amca "if you can dream it, you can achieve it.." gibi anlamlı ve tipik bir amerikan sözü söylemiş :)
Ayrıca ekşi sözlüğe göre "gençliğinde bir kaza sonucu bir baykuşun ölümüne neden olmuş, ve o tarihten öldüğü 1966ya kadar hiçbir canlıyı öldürmemiş, hayvanları karakterize etme huyu da bu baykuş olayından sonra canlanmaya başlamış kafasında." eğer doğruysa makus talih ancak bu kadar net bir kara dönüştürülebilir :)

Neyse çocukluğuma dönelim; özellikle çizgi sinemalara bayılırdım, yani mesela Alice Harikalar diyarında çizgi filmken tamam ama çizgi sinemayken süper gelirdi bana. Ne biliyim canlı canlı oluşundan herhalde.

Tabi sonra zaman ve film sektörü, kanallar... geliştikçe hep yeni şeyler eklendi durdu hayatımıza, He-man, She-ra, Voltron, clementine... falan felan gerçi bu saydıklarımı düşününce bu çizgi filmlerin aslında bir tarafının ne kadar ürkütücü olduğunu anımsadım şimdi...

Pazar sabahları bir de hep Western filmleri vardı, onlarıda seyrederdim ve bu yüzden eskiden ödüm patlardı kızıl derililerden, ne kadar da empoze etmiş bize Amerika amca hayatlarını mahvettikleri kızılderililerin kafa derisi ...en kötü insanlar olduklarına :))

TRT1'in pazar konserleri, evet entellektüel bir çocuk olduğumu bir kez daha yinelemek kendini beğenmişlik olarak algılanmaz herhalde, çünkü onları da seyrederdim ben.
Hikmet Şimşek yönetiminde ..... orkestrası ..... sunar... felan.

Şanslımıydık tüm bu masum şeylerle büyüyüp, topraklar, çamurlar, ağaçlar, parklar, dostluklar, sütçüler, elma şekerler, organik besinler, arasında çocukluğumuzu yaşadığımız, eskiyene kadar ayakkabımızı giyip tutumlu olmayı öğrenerek, kalemimizi kalemtraşla açarak, annemiz ve belki öğretmenimiz madam montessori'yi bilmediği için hafif sopalanarak büyütüldüğümüz için, yoksa çok mu şanssızız, bilgisayar oyunları oynamadan, envai çeşit oyuncaklar önümüze serilmeden, marketler, dükkanlar hınca hınç abur ve cubur dolupta evimiz onlara benzemeden büyüdüğümüz için.

Bir orta yolu yokmuydu bunun.

Devamı var. (Olmalı)

7 Aralık 2009

Salıncakta bir bebek :)

Öldüm gülmekten :))) hahahaha

Toplamda
Geçen gece nöbetteyken acile 3 yaşında, para yutmuş bir hasta geliyor. Babasına ne kadar yuttuğunu soruyoruz; "1 YTL" diyor.. Yapılan tetkikler sonucunda bir adet 50 Kuruş ve iki adet 25 Kuruş tespit ediyoruz. Baba bir şekilde haklı olduğu için sadece aramızda gülüşerek konuyu kapatıyoruz..

Namaz
Ramazanda cemaat toplanmış, teravihde. Ufaklığın teki de annesinin peşine takılmış gelmiş. Namaz kılınırken sessiz sessiz olanları izleyen çocuğun dudaklarından hayal gücünü ortaya koyan şu cümleler dökülüyor. ''Yatın kölelerim! Kalkın kölelerim! Yatın kölelerim! Kalkın kölelerim!'' Cemaat uzun süre secdeden kalkamadı tabi...

1 Nisan şakası
1 Nisan sabahı kocamdan mesaj geldi; "Karıma akşama toplantım var diyeceğim. Hazırlan hayatım, yedi gibi gelirim." 1 Nisan şakası olduğunu bildiğimden, hemen cevap verdim tabii. "Aşkım kocamın akşama toplantısı varmış, ev müsait bekliyorum." Sinirden köpürmüş, öyle şaka yapılır mıymış? Yaptım gitti!

Tövbe ya
Babamı namaz kılmış, dua ederken görünce "Benim için de dua et" deyiveriyorum ve babamın cevabıyla dumur oluyorum. "Kendisi nerede derse ne diyeyim?"

Cadaloz kaynana
İş arkadaşımın düğünündeyiz. Nikah kıyılıyor, imzalar atılıyor, gelin ve damadı tebrik etmek için ayağa kalkıldığında elektrikler kesiliyor. Biz hep beraber "Aaaa!" diye tepki gösterirken, arkadaşımın annesi oldukça yüksek sesle düşüncesini dile getiriyor. "Oğlumun daha ilk dakikadan hayatı karardı."

Sarışının hamile hali
Hamile olan sevgili sarışın kuzenim, gebelikle ilgili okuduğun; "Bebekler zekalarının %80'ini anneden alıyorlar." makalesinden sonra panikle bana dönüp; "Ay inanmıyorum. Bana ne kalacak o zaman?" diye sorduğunda sana; "Üzülme öyle bile olsa senin kaybedeceğin bir şey yok!" diyemedim ya! Lanet olsun içimdeki insan sevgisine!  

Lamba
Dün gece evime giderken yolun tenhalığından olsa gerek kırmızı ışıkta geçtim. Ardından yurdum polisine alkışı hak ettiricek anons: "Bacım o geçtiğin gece lambası değildi, çek sağa."

Bakış Açımız

İnsan ömrü ne kısa, oysa ki ne kadar çok şey var hayatta yapılacak, yaşanacak. 24 saate bir 24 daha eklense ve 2 günü 1 gün gibi, sevdiğimiz her şeyi 2 kere daha fazla yada 2 kat daha uzun yaşasak keşke.
Diyeceksiniz ki o zaman acılarda 2 kat olacak. Diyeceğim ki olmasa... Hayal bu ya acılarda 2'ye tam bölünebilse ve 1 yarım olsa bize kalan...
Acılara etkisiz eleman muamlesi yapıp, mutlulukları hep 2 ile çarpmaya çalışmak, sorunlara eşit zaman verip fazla üzerinde durmamak lazım hayatta ki bize verilen sürede bu sınavın tüm sorunlarını çözüp geçer not alabilelim.
Gerçi geçer not alsakta sonuç ne ki sınıf geçmek mi iyi bir hayata terfi etmek mi. Yok öyle bir sıralama tek amaç bu sınavı en az yürek acısıyla tamamlamak....son bardak suyumuzu içmeden, yıllar devirmiş o gözleri kapatmadan geriye dönüp baktığında hafıza son kez, en az kalbi kırmış olmalı insan, en az günahı işlemiş ama en fazla gezip/görmüş, en fazla sevmiş ve sevilmiş olmalı... ve bu hayatın üzerine bir bardak su içip öyle dalmalı son uykuya .... gy
Hayatınızı seviyorsanız zamanınızı boşa harcamayınız, çünkü zaman hayatın kendisidir.

Benjamın Franklin

Kaç Tık