Her gün batımı hüznü de beraberinde getirir.
İnsan gün batarken her nedense şöyle bir geçmişini gözden geçirir, yaşadıklarını düşünür, anılarından kareler gelir gözlerinin önüne.
Üniversite yılları, eski sevgililer, çocukluk arkadaşları, kaybettiği anne veya babası, ilk çıktığı gençlik tatili, ilk aşkı, son aşkı...
Her biri vaktinde her ne kadar coşku dolu yaşanmışsada hatırlandığında gün batımında bir iç sızısı peyda olur göğsünde insanın...
Vay be der sonrasında zaman ne çabuk geçti diye fısıldar dudakları.
Ne çabuk geçti, daha dün gibi hatırlıyorum lise yıllarını, daha dün gibi hatırlıyorum, topun peşinden koşarken düşüp dizlerimi kanattığımı, armut ağacından düşüp kolumu kırdığımı, nasılda çekmişti öğretmen kulağımı tırnaklarımı yedim diye, annem rahmetli sınıfta kaldığımı öğrenince babana nasıl söyleyeceğizin telaşına nasılda düşmüştü...
O ağacın altında sevgilimle buluştuğumuz o gün nasılda yağmur yağmıştı, üniversitedeki arkadaşlar naptılar acaba, çocukları olmuşmudur, tabi canım aradan kaç yıl geçti benimki bile eşşek kadar oldu... Nasılda kaytarırdık derslerden, arkadaşların yerine imzalarımızı atardık yoklamada, iyiki bişey olmadı hee, aahhh nasılda geçti onca yıl, iş, güç cocukların okulu derken, sonrası hep aynı...
Diyerk usulca yanındakine yada kendine yıl yıl film şeritleri sarar da sarar kendini o gün batımında....
Birde insan şair yada yazar oluverir gün batımında, yada besteci, yada ses sanatçısı..
İnleyen nağmeler ruhumu sardı... diye patlatıverir en incesinden....
İnsan ruhu ne incedir, görmesini bilene...